İLK HEYECAN

Hiç unutmam Kahire’ye ilk gittiğim günü. Hele beni uğurlamaya gelen babamın pasaport kontrolünden sonra gözümün önünden kaybolması ve arkasından boğazımın düğümlenmesi…Kavalalı Mehmet Ali Paşa Kalesi ve Camisi

Mısır’da Mübarek dönemiydi, Mısır Havayollarının İstanbul-Kahire seferini yapan uçakla Kahire semalarına gelince farklı bir heyecan sardı önce, kadim kültürüyle dillere destan olan Kahire’ye inecektim birazdan. Uzun soluklu yolun ilk adımıydı burası. Uçaktan inip pasaport kontrolünden geçtikten sonra gözlerim kapıda beni karşılamaya gelecek olan kişileri tedirgin vaziyette gözlemleyerek bagaj için beklemeye başladım. Her şey yabancı olduğu kadar yakın geliyordu. Yıllarca beraber yaşanmışlıklar geçti o an aklımdan, Yavuz’dan Kavalalı’ya ve sonraki dönemler… O an duyduğum tek şey Mısırlıların kulağa kaba gelen ammicesi (lehçe) ve kalbimin atışıydı. Bagajımı teslim alıp kapıya doğru yöneldiğim vakit polisin beni durdurmasına kadar her şey normal gidiyordu. Meğer Mısır’da adetmiş ayakbastı parası alınmadan geçmek mübahmış. Çok şükür bu adetten muaf bir şekilde sıyrıldım. Beni durduran polis memuru çantamı bir güzel açtı içinde ne var ne yok bir güzel kurcaladı. Neyse ki insaflı bir amirin gelmesi ve pasaportumu geri vermesiyle eşyalarımı toplayıp kapıya yönelmem bir dakika sürdü.

Havalimanından çıkıp eve gitmek için taksiye bindiğimiz vakit kendimi zaman tünelinde yolculukta buldum. Aşağı yukarı 70 modelli, camları kapanmayan, bindiğiniz zaman elbisenizi yırtar cinste koltuk ve kapı demirleri bulunan taksi aracı ve aracın bi-gam şoförü.  Arabanın bagajının küçük olması hasebiyle çantamı taksinin tavanına koydu. Adam bir eliyle araba kullanıyor, camdan çıkardığı diğer eliyle çantamı tutuyordu. İple bağla şunu dediği vakit Âdem abi, “Gerek yok ben böyle rahatım, ayrıca arabada ip yok.” diye cevap vermişti. Adamın  o hali gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu.